Soğuk ve durgun bir sabah abbio'nun teftiş telefonuyla Kadıköy maceramız başladı. Otobüsün ısrarla gelmemesi, bu süre zarfında anlaşılan yerde hazır olan abbio'nun sinirli bekleyişi gibi detaylar, uzun ve yorucu geçecek günün ilk işaretleriydi. Neyse ki, arabanın kasetinde çalan hüzünlü nağmelerle beraber Mecidiyeköy yollarına düşmeyi becerebildik. Yoldayken başkanın gelmeyeceği haberini alıyor, üzüntüye boğuluyorduk. Sevgili abbio'nun başkanı aramayı unutması da şans eseri perde arkasında kalarak, tarihteki yerini alıyordu.
Suyun KARŞI tarafına geçene kadar birçoğunu unuttuğumuz türlü anıları paylaşacağımız Imperial kıyılarına gelmiştik artık. İkinci evimiz olma yolunda depara kalkan yeri gündüz gözüyle görmenin ferahlığını, içeride bizi karşılayan Aret, maje, patriot, voda'nın umutlu gözleri destekliyordu. Zaman ilerledikçe kalabalıklaştık, şişeler masaya sığmaz oldu; yan masalara dolduruldu. Emre ve Ogün'ün de katılımıyla toplamda 8 kişi olan kadromuz ortaya çıktı. Birlikte haykırıldı, tanımadık insanlarla omuz omuza sokağa gürlendi. Öyle ki, yola düşmeye yakın vakitte mekana giriş yapan bir polis memuru apartmanlardan gelen şikayetleri bize bildiriyordu.
Saatlerin nasıl geçtiğini anlayamadık ama gidiş zamanı gelmişti artık, öyle diyorlardı. Taksiler tıka basa dolduruldu, bir Ali Sami Yen gününü andıran yol üzerinden stada ulaşıldı. Polisin şaşırtmayan sert müdahaleleri, üst geçitten 'keşke bu sene bir değişiklik yapıp kaya atsaydık' düşünceleri eşliğinde taş atmaktan haz duyanlar arasında tribüne 8 kişilik kadromuzla girişimizi yaptık. Maçın başlamasına yaklaşık 1 saat kala üst katın en üst tarafına zorlanarak çıkabildik nihayetinde.
Şöyle bir sağı solu süzmeye başladığımızda gördük ki, Parçalı solumuza, Uni ise hemen altımıza konuşlanmıştı. Maraton tribünde zihinsel denge sorunu yaşayan insan oluşumları kendini özlettirmemeye niyetli gibiydi. Sahaya bakmak yerine abuk el hareketleri ile kendini mi gösteriyor diye düşündüğümüz insanları mı ararsınız, boğazı ile işaret parmağını bütün maç ayıramayan Alex'e tapınanlar tribününü mü ararsınız, yüzü en çok Carlos diye debelenirken fotojenikleşen varlıklar mı ararsınız, biraz sonra salladığı parayı sinirden sahaya atacak tuhaf yaratıkları mı ararsınız; hepsi yine oradaydı merak etmeyin.
Bu dipnotlar eşliğinde maçın başlama vakti gelmişti. Herkesin yüzünde bir tutam ateş, bir tutam umut. Kimse rahat değil kuşkusuz, ancak bu durum tribüne pozitif enerji aktarmaktaydı fazlasıyla. Öyle ki, saygı duruşunu maçta nadir rastlanacak rica minnet ıslıklarıyla farkediyor ve susuyorduk. Saygı duruşunun hemen sonunda patlayan 3'lü pek güzel olmuştu. Tribünden arta elle tutulur birşey kalmadığından; herzamanki gibi suçlu Galatasaray tribünü olacaktı. Bilmeden, yaşamadan, görmeden yazmak ve yorumlamak tam anlamıyla budur işte. 90 dakika saygı duruşu pozisyonunda bekleyip, sahaya korkak gözlerle baksak; pekala o ufak gürültüyü yaratmazdık.
Hem sahada, hem tribünde iyi başlamıştık; hissediyorduk. Her ne kadar maje 'Hep böyle başlar' sözleriyle sinir bozsa da, vardı işte bir farklılık. Gözümüzü açıp kapayana kadar ikinci yarıya gelmiş, moradam'ın tribündeki üstünlüğümüzü anlatan mesajıyla kendimizden geçmiştik. Kral'ın kaçırdığı golle aşağılara doğru uçarken, belki de ilk defa elimizden gelenin en iyisini yapmanın huzuruyla çeyrek koltuğuma geri dönüyordum. Nihayetinde maç uzun yıllar sonra hem tribünde, hem sahada yakaladığımız üstünlüğe rağmen 0-0 bitiyordu.
Son cümleden sonra ayrı bir paragraf açmak lazım, çünkü başlığıma sebebiyet veren durumun teması orada yatıyor. Yıllar sonra gol yememiş olmamız bile bizi sevindirmeye yetmedi. Son düdük bize huzur vermişti yalnızca. 2 yıl gecikmeli de olsa bir tatlı huzuru almıştık sonunda. Şahsiyetli oyun bize çoktan yetmişti, yenilgide de üzülecektik ama o huzur terketmeyecekti bizi. Anlamıştık bunu.
İskeleye başımız dik yürümenin, çevredeki pencerelerden kahraman edalarıyla alkışlanmanın, o gülümseyen yüzlerin huzurunu neye değişebilirdik ki? Devamında ise gelecekte 'uğurlu kadro' olarak anılacak ekibimiz farklı yollarla evlerine dağıldı.
Bu güzel deplasman gününü bizlere yaşatan herkese bir minnet, şahsiyetli 11 Türk'e kalbimizden kopan bir alkış, tribüne ise tepedeki resmi haketme ödülü ön görülüyor tarafımızca.
Korkma ölmez sendeki bu büyük taraftarlar..!