1998 yılı, Ali Sami Yen'deki olaylı Juventus maçı.
Maç öncesi Juventus yönetimi, can güvenliklerinin olmadığı sebebiyle Türkiye'ye gelmeyeceklerini açıklıyorlar, karışıyor ortalık. Sebep malum: Terör ve terörün İtalya ile bağlantısı sonucu Türkiyedeki İtalyan karşıtlığının tavan yapmış olması.
Karışıyor ülke, zaten puan durumundaki eşitlik yüzünden gergin geçmesi beklenen maç ve öncesindeki ortam iyice elektrikleniyor. FIFA işin içine giriyor, iki ülke diplomatları işin içine giriyor ve Juventus "maç günü gelip, maç sonrası dönmeyi" kabul ediyor sonunda.
Maçtan günler önce tribünün önde gelenleri toplantılar yapıyor, yetkililerle görüşmeler aralıksız olarak sürdürülüyor. Herkes gergin. Ana haber bültenleri bu maç haberiyle başlayıp bu maç haberleriyle bitiyor. Nihayet o gün geliyor.
Maç öncesi donduran bir hava var stad çevresinde. Henüz 17 yaşındayım, ailemi zar zor ikna etmişim maça gidebilmek için. Maçtan önceki gergin havanın etkisiyle olacak ki, gitmemi istemiyorlar.
İçeri giriyorum bitmek bilmez bir sıradan sonra: Yeni Açıktayım. Tribünde büyük bir heyecan ve gizlenemeyen bir öfke hakim.
Takımlar sahaya çıkarken Juventuslular görüldüğü anda inanılmaz bir ıslık başlıyor. Kulaklarımı tıkayasım geliyor, müthiş bir tepki... Kabına sığmıyor insanlar, Juventuslular şaşkın. Kafalarını kaldırıp tribünlere dahi bakamıyorlar.
Elbette bu gerginlikten kendi takımımızda nasibini alıyor. Günlerdir ülkede yaratılan havayla öyle bir misyon yüklenmişki kendilerine, sanki İtalya'dan elebaşını alıp getirecek tim personeli onlarmış gibi. İster istemez yoğun bir baskı yaşıyorlar bariz şekilde bu çok açık ve net. Sadece sahaya konsantre olup toplarını oynamalarıda pek beklenemez o ortamda zaten. İkinci yarıda çok basit bir gol yiyoruz. Dakika 90'da Hagi kesiyor ortayı, kafayı Suat vuruyor. Deli gibi seviniyoruz, ciğerden çıkıyor sesler. Adeta bir intikam olarak görülüyor bu gol. Yüreklere biraz su serpiliyor tam olarak düşlenen son o olmasa da.
1-1 bitiyor maç, UEFA kupasına giden o uzun yola çıkışımızın bir sene evvelinde...
Karışıyor ülke, zaten puan durumundaki eşitlik yüzünden gergin geçmesi beklenen maç ve öncesindeki ortam iyice elektrikleniyor. FIFA işin içine giriyor, iki ülke diplomatları işin içine giriyor ve Juventus "maç günü gelip, maç sonrası dönmeyi" kabul ediyor sonunda.
Maçtan günler önce tribünün önde gelenleri toplantılar yapıyor, yetkililerle görüşmeler aralıksız olarak sürdürülüyor. Herkes gergin. Ana haber bültenleri bu maç haberiyle başlayıp bu maç haberleriyle bitiyor. Nihayet o gün geliyor.
Maç öncesi donduran bir hava var stad çevresinde. Henüz 17 yaşındayım, ailemi zar zor ikna etmişim maça gidebilmek için. Maçtan önceki gergin havanın etkisiyle olacak ki, gitmemi istemiyorlar.
İçeri giriyorum bitmek bilmez bir sıradan sonra: Yeni Açıktayım. Tribünde büyük bir heyecan ve gizlenemeyen bir öfke hakim.
Takımlar sahaya çıkarken Juventuslular görüldüğü anda inanılmaz bir ıslık başlıyor. Kulaklarımı tıkayasım geliyor, müthiş bir tepki... Kabına sığmıyor insanlar, Juventuslular şaşkın. Kafalarını kaldırıp tribünlere dahi bakamıyorlar.
Elbette bu gerginlikten kendi takımımızda nasibini alıyor. Günlerdir ülkede yaratılan havayla öyle bir misyon yüklenmişki kendilerine, sanki İtalya'dan elebaşını alıp getirecek tim personeli onlarmış gibi. İster istemez yoğun bir baskı yaşıyorlar bariz şekilde bu çok açık ve net. Sadece sahaya konsantre olup toplarını oynamalarıda pek beklenemez o ortamda zaten. İkinci yarıda çok basit bir gol yiyoruz. Dakika 90'da Hagi kesiyor ortayı, kafayı Suat vuruyor. Deli gibi seviniyoruz, ciğerden çıkıyor sesler. Adeta bir intikam olarak görülüyor bu gol. Yüreklere biraz su serpiliyor tam olarak düşlenen son o olmasa da.
1-1 bitiyor maç, UEFA kupasına giden o uzun yola çıkışımızın bir sene evvelinde...